kampfplatz çıkarken
kampfplatz'ı neden çıkarıyoruz?
Hepten nedensiz değil, ama öyle ulvi nedenlerden, yıllardır eksikliği
hissedilen bir "boşluğu" doldurma iddialarından dem vuracak değiliz.
Ama mütevazı, karınca kararınca bir dergi çıkarma isteğinden de hiç söz
etmeyeceğiz. Çünkü neden böyle bir dergiyi çıkardığımızı anlatan cümlelerde biz
ne dersek diyelim, asıl vaziyeti anlatanın yayımlanan yazılar ve bu yazılarda serdedilen
fikir ve tartışmalar olduğunu biliyoruz. Yine de tane tane söylersek, derginin
hem yayın kurulunu oluşturanların potansiyeliyle hem de dergiye sonradan veya
dışarıdan katılacak kişilerin katkılarıyla kendine özgü bir saha kurmasını
istiyoruz. Yılda üç defa okurlarla buluşacak olan derginin yayımladığı
yazıların bağımsız birer yazı olmaları dışında birbirlerine yaslanacak, düz
değil çaprazlamasına yaslanacak bir ortaklığı kurmasını umuyoruz. Nedir ve ne
olabilir bu ortaklık? Türkiye'de yayımlanan felsefe ve sosyal bilimler
alanındaki dergiler ağırlıklı olarak literatürü takip eden "analitik"
yazılardan oluşmaktadır. Felsefe ve sosyal bilimler alanında akademik olmayan,
kendi alanlarıyla olduğu kadar güncel ve "dışarı"ya ilişkin
meselelerde de söz alan ve bunu düşünce mesaisinin geçici bir uğrağı değil,
kolektif bir birliktelik temelinde zamana yayılan bir çabaya dönüştürmek
amacındayız. Türkiye'deki felsefe ve sosyal bilimler dergiciliğinin seyri,
gitgide kendi içine kapanan ve tartışmadan, daha açık adıyla polemikten yoksun
yazılardan oluşmaktadır. Derginin, usul ve etiket görevini yerine getiren
kaynağa dayanarak yazılacak yazılardan ziyade belirli yazılara, olaylara,
toplumsal, siyasal, tarihsel ve kültürel olgulara dair tartışmaların, polemiklerin
ve bir sürekliliği kovalayan kuramsal ve polemik yazıların olacağı bir mecra
olması en temel hedefimizdir. kampfplatz düşünme teamüllerinin eprimiş
tırnaklarını, alanını yeniden kazmak, genişletmek ve önceden belirlenmiş olanla
yetinmemek için polemikler vasıtasıyla kesmeye de talip bir çalışma. Bu nedenle
sözünü, cevherini kalabalığa ve kabalığa kaptırmadan verili vasat düşünme
hattını yarmaya, bozmaya, parçalamaya, sinir uçlarında dolaşmaya niyetli bütün
yazılara kapısı açık.
Konunun seçimi, işlenişi, dilin kullanılış biçimi neredeyse artık bir yasaya dönüşmüş ölçütlere göre kabul veya reddedilmektedir. Bunun sadece Türkiye'de değil, dünyada da genel bir eğilim olduğunu biliyoruz. İlk ortaklık noktası, bu ölçütleri askıya alan bir yerden başlayan yazılardan başlayabilir. Her yazı başka yazılarla dirsek temasında olduğu gibi kendi başına bir tanımlama ve tartışma alanı oluşturabilir. Bir yazının hücumlarıyla ilerleyebileceğimiz gibi bir yazının duraklatmasıyla serin bir gölgelikte derinleşme için bekleme yerleri de kurabiliriz. "Vakit geç" diyebileceğimiz gibi "henüz değil" de diyebiliriz. Elbette bu iki uç arasındaki zincirde, sözünü sakınmama şiarı, bizim için esas belirleyen olacak. kampfplatz "her belirleme bir değillemedir" çıkarsaması ışığında, fikirleri dolaysızca kavrama ve tartışma çabasında açık bir çağrı olduğu kadar açık bir dışlamadır da. Burada sınırları belirleyenin ne olduğu ilk sayımızdan kolayca saptanabilir.
Bu nedenle, derginin
dosyasız olarak çıkmasının daha isabetli olacağına karar verdik. Birbirinin
benzeri dosyalarla çıkan pek çok felsefe ve sosyal bilimler dergisinden ziyade
dosyasız olarak çıkmanın, dergicilik etkinliğine daha uygun olduğunu düşündük.
Dergi yayın kurulunun mutlaka yapılması gerekir dediği, uzun ve meşakkatli bir
hazırlığın yapıldığı konularda ancak özel dosyalar yapma niyetimiz var.
Dosyanın sağladığı biçim ve içerik birliğinin kaybını ise, yazıları bir çatı
altına alan köşelerin ve her sayıda birini takip edecek kimi yazıların katbekat
telafi edeceğini düşünüyoruz. Bizim için önemli olan, bu köşelerde yayımlanacak
kuramsal ve polemik yazıların her sayıda derinlik ve yoğunluklarını kaybetmeden
zenginleşmesidir. Hakemli bir dergi olmamasına rağmen yayımlanacak bütün
yazılar, yayın kurulunda çalışan üç kişi ve sayının editörleri tarafından
okunup raporlanacaktır. Bu rapor ve değerlendirmelerin, daha esnek, daha
kışkırtıcı ve henüz tam biçimini ve kıvamını bulamamışsa da yeni ve akışkan bir
dili özellikle baz alacağını şimdiden söyleyelim.
Son olarak, ilk başta garipsenecek veya yadırganacak
"yabancı" bir adı —kampfplatz’ı— dergi adı olarak seçmemiz
konusunda bir iki söz etmek gerekiyor. Yenilik iddiası olan her hakiki düşünce,
verili olan için bütünüyle "barbar" bir dilde konuşur. Kolayca
"yerli" olanın bilgi ansiklopedisine ve söz dağarına dahil
edilemediğinden dışarıda tutulur. Dahil olamamak, dışarıda tutulmak ve yabancı
olmak bir mücadele alanının oluştuğunu gösterir. Esaslı her düşünce çabası da
bu kampfplatz'dan geçmek zorundadır. Ancak bu geçişle, kabiliyet
sahasının, kalibresinin ve kudretinin ne olduğunu görebilir. Bugün
"yerlilik" düşüncesinin ve baskısının her zamankinden daha fazla ağır
ve küf bir koku yaydığını hissediyoruz. Proust'un o ünlü sözlerini biraz
değiştirerek söylersek, yabancı bir dilde konuşmayan düşünce ve fikirler, bir
şey göstermekten ziyade mevcudu onaylamaya talip olurlar sadece. Sözler
arasında bir sözden veya kendi dışında her sözü eleştirmekten ziyade gittikçe
sığlaşan liberal ve muhafazakâr ezberlerin denetimine giren bir düşünce ortamında,
kampfplatz tam da eksikliği duyulan adın çağrısıdır.
* * *
Bu sayımızdaki yazılara gelince... Elinizde tuttuğunuz
ilk sayımızın Kuram bölümü beş yazıdan oluşmaktadır. Abdurrahman Aydın,
din ve devletin karşılıklı ilişkisinde ortaya çıkan kimi sorunlara değiniyor.
Egemen ve yasayı belirleme mücadelesinde dinler, dinin özünden ziyade devletin
özünü sahiplenmeye ve temsil etmeye başlarlar. Kutsal ve kutsal dışının
bölünmüş yerine ise devlet yerleşir. İşte bu bölünmüş yeri ve onların egemenlik
iddiasını antropolojik bir literatür içinden ele alıyor Aydın. Taner Yelkenci
ise, Aydın'ın yazısındaki iki terimden biri olan devleti odağına alıyor.
Marksist literatürde kuvvet ve makine olarak devlet nitelemesiyle başladığı
yazısını, güncel bir konu olan devlet, demokrasi ve parlamentarizm arasındaki
ilişkiyi incelediği kısımla genişletiyor. Klasik siyaset kuramcılarının
tartışmalarını ele alarak yol alan bu yazının, okurlar için önemli bir başvuru
kaynağı olacağını düşünüyoruz. Kansu Yıldırım, Marx'ın metinlerinden yola çıkan
farklı düşünürler üzerinden insan, özne ve ihtiyaç meselesini inceliyor.
Yıldırım, yazısında soyut ve somut kavramsallaştırmaları baz alarak bu
düşünürlerin görüşlerini değerlendiriyor. Bu işaret etme, sonuç kısmında da
söylendiği gibi, Marx'ın insan, özne ve ihtiyaç meselesine bir tür giriş olarak
kabul edilebilir. Yasin Karaman ise Türkiye'de ve dünyada son yıllarda
ayrıntılı incelemelere konu olan Spinoza'nın en önemli kavramlarından —ortak
mefhumları— epistemolojik ve siyasal önemleri bakımından konu edinmektedir.
Karaman'ın yazısında ortak mefhumlar, kavramsal bir bilgiye götüren bilmenin
araçları olduğu kadar siyasal bir tasarının uygun araçlarıdır da. Kuram
bölümümüzün son yazısında Onur Kartal, insan bilimleri meselesini siyasal ve
felsefi krizle birlikte ele almaktadır. On dokuzuncu yüzyılla birlikte başlayan
düşünce krizlerinin ertesinde ve içinde siyasetin yerinin nerede olduğunu ve
olabileceğini sorgulamaktadır.
Polemik
bölümümüz dört yazıdan oluşmaktadır. Bruno Bosteels, Badiou felsefesi
aracılığıyla solun yeni görünümünü tartışmaktadır. Bu yazı, kuram ve uygulama
arasında açılan boşlukta iş görmenin pek çok sol düşünürün ortak özelliği
haline gelmeye başladığını dile getirmektedir. Kerem Taştanoyuk, özellikle son
dönemlerde, sürekli olarak her meseleyi ahlak ve vicdan kavramlarıyla ele alan
eğilimi eleştirmekte ve bu kavramların tek anlamlı veya meseleler üstü
olmadığını, kendi içinde bölünmelere maruz kaldığını söylemektedir. Somut
örnekler üzerinden yazının derinleştirilmesini de yazının hanesine bir artı
olarak kaydetmeliyiz. Cenk Ertan ise Derrida'nın Paul Celan'ın bir şiirine
getirdiği yorumdan hareketle Roboski katliamına ve Kürdistanlar meselesine
temas etmektedir. Felsefe ve siyasetin güncelle kesiştiği noktada konuşan bir
yazı olduğunu söyleyebiliriz. Bu bölümümüzün son yazısında, şiir
eleştirileriyle bildiğimiz Utku Özmakas ise, bu sefer şiir veya şiirler için
değil, İkinci Yeni şiirini inceleyen Yalçın Armağan'ın İmkânsız Özerklik
kitabı için bir eleştiri kaleme aldı. Şiir tarihini idealist bir tarih
anlayışıyla yazmanın sıkıntılarına işaret ediyor Özmakas.
İlk sayımızın ve
haliyle dergimizin ilk söyleşisini Nagehan Tokdoğan, Aksu Bora'yla
yaptı. Kürtajdan feminist siyasete kadar geniş bir yelpazede gerçekleşen ve pek
çok doğurgan hücre taşıyan bu söyleşi, aynı zamanda Biyopolitika
köşemizde Kazım Cihan Can'ın, hukuk ve etik arasındaki yarıkta tıbbı ve
Türkiye'de hararetli bir tartışma başlığı olan kürtaj meselesini ele alarak
önemli bir katkı sunan yazısına da uzanıyor. Medya köşesinde ise Emek
Çaylı, televizyondaki diziler aracılığıyla kendisini kodlayan erkeklik,
kadınlık ve muhafazakârlıkla ilgili kesitlere değiniyor.
Bir Film Üç Yorum
köşesinde Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Bir Zamanlar Anadolu'da için üç
değerlendirmeyi sunuyoruz: Savaş Ergül, Ceylan sinemasının temel bir özelliği
olarak "bulaşma" temasının yanına "ikilikler ve sapma"yı
ekliyor. Filmin temel özelliğinin, bulaşmaya dahil olmadan işleyen bir sapmanın
varlığının kaydedilmesinde yattığını belirtiyor. Bora Erdağı, Svetlana Boym'un
"Stiob Kültürü" kavramı aracılığıyla filmin ve Anadolu'nun işleme
mekanizmasına bakıyor. Kenara çıkardığı başlıklar ve göndermede bulunduğu
yazarlar aracılığıyla filme dair zengin bir ağı dokuyor Erdağı. Bu bölümün son
yazısında Aydın, "İstisnadan Arzuya" başlıklı yazısında, Nuri Bilge
Ceylan'ın filmindeki "kadının 'yokluğu' ve istisna bölgesinin 'yokluğu'
durumları" ile Türkiye'nin "olağanüstü hal rejimleri" arasında
bir analoji kurarak Ceylan'ın filmini değerlendiriyor.
Dergimizin son ve daimi olacak iki köşesi ise Kitap
Eleştirisi ve Minör Temaslar. Kitap Eleştirisi köşesinde Ergin
Bulut, Kathi Weeks'in The Problem with Work kitabını ele alarak, yazarın
"daha iyi iş" talebini değil, "işin reddi"ni yeniden
siyasetin gündemine sokmaktan tutun da iş saatinin azaltılmasına kadar emek
üretimi konusunda feminist ve Marksist siyasetlerin buluştuğu bir kavşakta
ürettiği fikirleri derinlemesine ve Türkiye gündemine göndermelerle ele alıyor.
Minör Temaslar'da ise, bu sayıda, Bora Erdağı, Savaş Ergül, Utku Özmakas ve
Kansu Yıldırım minör hususları dile getiriyorlar.