Merhaba...
Bu "merhaba"da
sayı editörü olarak Taner Yelkenci'nin de sesi çınlayacaktı. Tam da bu yazının
yazılacağı gün, Taner Ağabey'imizi, yoldaşımızı kaybettik. Bu sayının yayına
hazırlanması için gecesiyle gündüzüyle çalışan Taner Ağabey'in, sayının basılı
halini görememiş olması başlı başına acı verici olsa da, tek tesellimiz bize
verdiği "işleri" eksiksiz yapabilmek olacak.
***
"Yeryüzünde
kaos var - işler yolunda!" Mao'nun bu sözleri bugünleri yeterince iyi
anlatıyor. "Gezi isyanı" kent mekânını yeniden ele geçirmek yoluyla
insanların kendi tercihlerini yapma ve kendi kaderini tayin etme iradelerini
beyan etti. Liberal-muhafazakâr tarihsel uzlaşmanın ve toplum mühendisliğinin
ortasından çatladığını söylemek abartılı olmayacaktır. Ortasından çatlayan
şey, diliyle, şiddetiyle, rızasıyla, hegemonyanın ta kendisidir. İktidar uzun
zamandır her yönüyle hayatı hedef alıyordu, nihayet bugün hayat iktidara direniş
oluyor!
Öte yandan Taksim
Meydanı'nı önemli kılan nedir? Egemenler, mekânları kendi suretlerinde yeniden
kurabilmek adına her türden ideolojik aygıt ve zor aygıtını seferber etmiş
haldeler. Kent mekânlarında olağanüstü halin olağanlaştığı, "kentsel
dönüşüm" adı altında gerçekleştirilen "yaratıcı yıkım"a karşı
her türlü direnişin bir terörist faaliyet olarak görüldüğü ve buna uygun yasal
zeminin de kurulduğu bu uğrakta, mekânı tutmak, giderek bir hayat memat
meselesi haline geliyordu.
Her
türlü özgürlük ve kamusallık fikrinden alabildiğine korkan bu ahir zaman
Faustlarına karşı direnmek, gündelik hayatta kalma stratejilerinin hızla
politikleştiği kaygan ama verimli topraklar da yaratıyordu. Nihayet, bu verimli
topraklarda hasada başlandı. Bu satırlar yazılırken, Gezi Parkı'ndaki isyan
ikinci haftasını doldurmuş, binlerce polis sabah erken saatlerde Taksim Meydanı'nı
"pankartları kaldırmak" bahanesiyle işgal etmişti ve direniş devam
ediyordu. Bir sonraki sayıda, artık kurtarılmış kent mekanlarındaki özyönetim deneyimlerini
tartışır hale gelmek umuduyla..
* * *
Bu topraklarda yine bir
"savaş ve barış" hali var. Gündelik hayattaki her türden karşı çıkma
pratiğinin kriminalleştirilmesi bir yanıyla süregiderken, diğer yandan
"devlet", "barış" istiyor. Bu barış isteminin, sistemin
yapısal bir dönüşümüne karşılık gelecek bir sürecin adım adım inşasından
ziyade, "düşman"ı mecburen muhatap alan, bir elinde gül diğerinde
kılıç bulunan bir Leviathan tablosu olduğu, en azından gören gözler için
aşikâr. "Barış süreci" ile eşzamanlı yürüyen biçimde, polisin
müdahale alanlarının her anlamda genişlediği ve "sokağa çıkan" ve
politik olarak özneleşmeye çalışan her kişiye ısrarla ölçüsüz şiddet
uygulandığı bir durumun olağanlaşması da bunun açık göstergesi.
Öte
yandan bu topraklarda akan kan, en azından yakın vadede, pek duracak gibi
görünmüyor. Katliamların rahmi devletler, ebesi egemenlerdir. Bir yandan
Roboski'den Reyhanlı'ya kitlesel katliamlara yeniden alışırken, alışmayanların
payına ise biber gazı, TOMA, panzer, dayak ve işkence düşeceği ortada. Yine de
yeni politik direnç noktaları bulabilmek ve kolektif kurucu öznellikleri
filizlendirebilmek adına pek çok olanağa da sahibiz. Güvenlik söyleminin,
"haklı" savaşların, cezaevlerinin ve devlet şiddetinin karşısına çıkabilmek
adına belli ki yegâne sermayemiz "öfke" oluyor. 2izek'in de dediği
gibi, mesele de "bu öfke sermayelerini ortak yatırımlara
çevirebilmek" değil midir?
kampfplatz, üçüncü sayısıyla "felsefe bir kavga
alanıdır" diyerek çıktığı yolda ilk yaşını doldurmaya doğru gidiyor.
Felsefeyi ve siyaseti birbirinden tecrit halindeki akademik disiplinler olarak
görmeyen, aksine bu ikisinin aynı mecrada akan, dip akıntıları birbirine
karışan "yoldaş" kanallar olduğunu göstermeyi meram edinen, derdi,
tasası ve kavgası olan, demini tarihsel ve toplumsal birikimlerden, suyunu
kolektif yaratıcılıktan alan bir yayın olmayı murat edinen kampfplatz,
ne mutlu bizlere ki, -aldığımız tepkilerden de anladığımız kadarıyla- kendine
ait bir patika tutturmuş gibi görünüyor.
* * *
Kuram bölümü, Önder Kulak'ın
"Biri 'Demokrasi' mi Dedi?" başlıklı yazısıyla başlıyor.
Demokrasinin kavramsal, kuramsal ve pratik soykütüğünü eleştirel bir analizle
ele alan Kulak, demokratik rejimlerin fıtratında olan temsil pratiklerinin ve
krizlerinin izini sürüyor.
Eylem Yenisoy Şahin,
"Dile Gelmez Hakikatin Öznesi: Jacques Lacan ve Alain Badiou"
yazısıyla Lacan ve Badiou'nun kavramsal cephaneliğini ayrıntısıyla inceliyor.
Lacan ve Badiou'nun ortak referans noktalarının tespitiyle başlayan Şahin, bu
iki düşünürün kuramsal yaklaşımları arasındaki etkileşimleri, geçişkenlikleri
ve ayrım noktalarını tespit ediyor.
Kansu Yıldırım'ın kaleme
aldığı "Marksist Devlet Tartışmalarına Althusseryen Bir Not: Devletin Sert
Çekirdeği" başlıklı yazı, devletin "yerini yurdunu" tespit
etmek üzere, devlete özgünlük kazandıran bir nitelik olarak "ayrı"
olma durumunu odağına alan bir tartışma yürütüyor.
Baran Gürsel, "Sınıf
ve Psikoloji İlişkisini Yeniden Kurmak" yazısına, sınıf ve psikoloji
arasındaki mevcut ilişki biçiminin, ilişkinin her iki tarafını ve bunların
içinde yer aldığı toplumsallığı kavrama ve bunlara katkı sunma yönünde ciddi
eksikliklere sahip olduğu tespitiyle başlıyor. Gürsel, Heather E. Bullock ve
Wendy M. Limbert'in "sınıf'
kavramsallaştırmasından hareketle ve bu kavramsallaştırmaya dönük eleştiriler
de getirerek, sınıf ve psikoloji ilişkisine ilişkin alternatif bir düşünce
hattı öneriyor.
Bu sayının Kuram
bölümündeki tek çeviri hukuka ilişkin. Aleksandr Grigoryevic Gojbarg'ın
"Hukuk Üzerine Bazı Düşünceler" başlıklı, Sovyetler Birliği'nin
kuruluş yıllarında yazdığı makalesi, "ana sütüyle birlikte emdiğimiz
kavramlardan biri olan" hukuka ilişkin radikal ve alternatif bir tartışma
hattı ortaya koyuyor.
Polemik bölümünün ilk yazısı
olan Cenk Ertan'ın kaleme aldığı "'Çalınan Mektup'un İadesi: Öcalan'ın
Siyaset Stratejisi", Abdullah Öcalan'ın 21 Mart'ta Newroz Alanı'nda okunan
mektubunu/metnini ve bu mektup aracılığıyla da Öcalan'ın siyaset stratejisini
masaya yatırıyor.
Özgür Deniz'in kaleme
aldığı "Şefkat Tepe: Önemsizin Önemi" başlıklı yazı ise STV'de
yayınlanan Şefkat Tepe dizisini alternatif bir okumaya tâbi tutuyor.
Dizinin öneminin önemsizliğinde yattığı iddiasıyla yola çıkan Deniz, Şefkat
Tepe'nin tam da sıradan, vasat,
klişelere sarılmış bir düşünce yumağını, egemenlerin bakış açısını yinelediği
için önem arz ettiğini belirtiyor.
Biyopolitika bölümünde Kazım Cihan
Can, "Beden Olasılıkları: İç Denetim ve Risk Yönetimi" başlıklı
yazısında "egemen akıl"ın hastalık ve sağlık söylemlerine Avrupa
tarihindeki örnekler üzerinden bakıyor. Can, sağlıklı olmanın, sağlık
endüstrisi kanalıyla sistem aklıyla paralel bir kavramsal dağarcığa
indirgenmesine dönük çabaları teşhir ediyor.
Emre Koyuncunun "Yaşamı
Savunmak: Kürtaj Tartışmaları Üzerine Bir Değini" başlıklı yazısı, kürtaja
ilişkin tartışmaların sadece Türkiye'de değil, son beş yılda dünyanın dört bir
yanındaki hükümetlerce başlatıldığı tespitiyle başladığı yazısında özellikle
Avrupa ve ABD'deki tartışmalara değiniyor. Kürtaj tartışmalarını biyopolitik
bir çerçeveden ayrı düşünmenin imkânsız olduğunu ileri süren Koyuncu,
sonrasında Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki biyopolitik politikaları ve
uygulamaları ayrıntılı biçimde ele alıyor.
Söyleşi bölümündeki konuğumuz
ise Cameron McCarthy. McCarthy ile postmodernizm ve çokkültürcülük üzerine
tartışmalarla başlayan, ırk ve sınıf arasındaki kuramsal ilmekleri çözmeye
uğraşan, ırk analizlerinin gidişatına dair kelam eden ve nihayet
dijitalleşmenin yarattığı yeni emek bileşimi ve neo-liberalizmin yeni zihniyeti
üzerine düşünen keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sinema bölümümüzde ise Emin
Alper'in Tepenin Ardı filmi, üç farklı yazıda ele alınıyor. Büşra Özcan
ve Bora Özdağı, "Politika, Alegori, Sinema" başlıklı yazılarında
Tepenin Ardı'nın bir alegoricinin ürünü mü olduğu veya bir alegoricinin
filmde tefekküre dalacak hangi diyalektik imajı bulabileceği sorularının
peşine düşerken, konu alınan topluluğu Anderson'ın "hayali cemaat"
kavramsallaştırması üzerinden tartışıyorlar.
Utku Özmakas, her şeyden
mahrum olanların egemen akıldan mülhem bir taklitçilikle "tepenin
ardındakilerle" kurdukları ilişkilere ve bu aklı yeniden üretme
biçimlerine dokunurken, "düşman öteki"ni kurma eğilimlerini teşhir
ediyor.
Nurçin İleri ve U. Ceren
Ünlü ise özel mülkiyet, sıradan kötülük ve gönüllü körlük üzerinden eleştirel
bir analiz geliştiriyor ve filmin "politik"liğine dönük ciddi
çekinceler belirterek yaratıcı bir tartışma açıyor.
Medya bölümünde, Mehmet Ertan,
"Türkiye'de Popüler Dizilerden Adalet Manzaraları" başlıklı yazısıyla
Ezel, Suskunlar, Behzat Ç. ve Karadayı dizilerindeki hak, hukuk ve
adalet kavramsallaştırmalarına odaklanarak "Yeni Türkiye'nin hukukla
imtihanı"nı ele alıyor.
Kitap Eleştirisi bölümünün konuğu, Peter
Thomas'ın Gramsci Çağı: Felsefe, Hegemonya, Marksizm kitabı. Ebubekir
Aykut'un "Gramsci'nin Dönüşü ya da Marksist Felsefi Araştırma Programının
Ana Hatları" başlıklı değerlendirme yazısı, Thomas'ın "Marksizmin
yeniden canlandırılması için Gramsci'ye yeniden dönülmesi" iddiasının
kuramsal temelleri ve kavramsal çerçevesini analiz ediyor.
Minör Temaslar ise yine dolu dolu.
Kişisel gelişim yanılsamasından, felsefede dokuz kusurlu harekete, Kant
çevirisindeki kritik hatalara dönük dokundurmalardan, din, felsefe ve politika
üçgeninde "sonlanma" ve "aşılma" üzerine serbest
düşüncelere, iktidar müritleri için dört pastişten, felsefe topraklarında
ertelemenin izini sürmeye, ufak temaslarımız mevcut.
* * *
Dördüncü
sayı için son yazı gönderme tarihi 1 Ağustos 2013'tür. Keyifli okumalar...