Söyleşi: Cem Bico & Mehmet Ertan*
Siz direnişin Gezi Parkı’yla
sınırlı olduğu ilk günlerde oradaydınız. O sırada hareketin bu boyutlara
geleceğini tahmin etmiş miydiniz? 1 Haziran sonrasında hareketin geldiği boyutu
gördüğünüzde ne hissettiniz? Direnişin hangi yönlerini umut verici, hangi yönlerini
yetersiz buluyorsunuz?
S.
S. Ö.: Kent
isyanları dünyanın farklı noktalarında gerçekleşmişti bu hareketten önce.
Gördüğümüz, bu tip isyanların çoğunun yerel olduğu kadar genel sıkıntıları da
temsil ettiğiydi. Bu bağlamda, neoliberalizm özelinde halkların “ayaklanmaları”
ve kent hakkına sahip çıkmaya çalışmalarının boyutlarının büyüyeceğini
öngörmüştüm; ancak bu denli bir politik çeşitliliğin dengeli bir biçimde
sürebilmesini elbette hiçbirimiz kolay kolay tahmin edemezdik.
Direnişin yeterli yahut yetersiz
olan yönlerinden bahsetmek için henüz çok erken; keza ortada bir “direniş” var
ve oldu bitti diyemeyiz. Bugünlerde Tuzluçayır'dan, ODTÜ'den, Kadıköy'den,
İstiklal'den gelen haberler bize hiçbir şeyin bitmediğini, kent direnişinin bu
isyan etme halinin anlamını körüklediğini gösteriyor. Bu gerekçeyle bunu tarih
çizgisinde bir nokta olarak görmek zor, bu uzun bir doğru ve doğrular sonsuza
doğru gider. Umuyorum ki bu “sonsuza gitme” hali, bu ülkedeki demokrasinin
tesisi açısından olumlu olsun.
Gezi Direnişi’nde nispeten küçük
ölçekli ve yerel bir çatışmanın büyük bir patlamanın ilk kıvılcımı olduğunu
gördük. Ortaya kararlı bir direniş hareketi çıktı. Sizce bu ölçüde, bu biçimde
ve bu içerik zenginliğinde bir hareketi mümkün kılan birikim neydi, hangi toplumsal
süreçlerden beslenmişti?
S.
S. Ö.: Neoliberalizm
aslında ezilenlerin tamamını karşısında toplamak için yeterli “olumsuz
karaktere” sahip. Direnişin karakteri biraz da baskının karakteriyle
şekillendi. Bir Kürt kadını ile Türk kadını farklılaşmakla birlikte kadınlık
noktasında, bir sosyalist ile apolitik bir genç yeni emek rejiminin sonsuz
baskıcılığı noktasında bir araya geldiler. Partisel simgeleri bir yana bırakın.
Kadınları bu denli sokağa döken bu direniş, kapitalizmin muhafazakâr erkek
karakteriyle şekillendirilmiş bu yeni haline karşı bir yapıdaydı.
Toplumsal süreç olarak
neoliberalizmin “düşmanı ayırt etmeksizin şiddet” ve “kamu yararı gözetmeksizin
yıkım” mantıklarının Türkiye'de gittikçe yerleşmesinden bahsetmek şart. Bu
politik yapı toplumsal olarak bizi değiştirdi. Yeni bir insan tipi oluşması
beklenirken birileri çıkıp “durun ya, biz o kadar da enayi değiliz” dedi.
Bu geçici bir patlama mı? Bunu
kalıcılaştırabilmek mümkün mü? Mümkünse bunun imkânlarını nerelerde
görüyorsunuz? Kısaca Gezi ruhunu kuvveden fiile dökerek etkin bir güce
dönüştürmenin yolu nedir?
S.
S. Ö.: Kalıcılaşmanın
imkânı HDK'de mevcut; ama HDK'yi oluşturan zeminin ziyadesiyle genişlemesi,
Gezi'nin HDK'ye değil HDK'nin Gezi'ye yaklaşması gerekiyor. Bu da dayatarak da
direnerek de olmaz. Karşılıklı bir iletişimsellik bu siyaseti
devrimcileştirecek koşulları yaratır. İletişimsel olarak Gezi ile HDK
yaklaşırsa, Türkiye sosyalist hareketindeki diğer HDK dışı bileşenlerin de bu
potada mücadele etmek isteyecekleri aşikardır.
Gezi’nin yarattığı ivmenin
siyasi aktörlerce yeterince iyi değerlendirilebildiğini düşünüyor musunuz?
Açıkçası sol siyasetler, ayaklanmış bir toplumla buluşmanın dilini
geliştirebildi mi? Iskalanmış bir büyük koalisyon söz konusu mu?
S.
S. Ö.: Bu biraz
da zamana bağlı bir mesele. Bazıları “Gezi kendi liderini çıkaramadı” diyor.
Belki de ihtiyacımız olan “çok liderli”, her alanda, her sokakta kendi
öncülerini geliştiren bir değişimdi. Eğer “değerlendirme” sadece lider çıkarıp
bu işleri “rayına sokma” olarak görülüyorsa yanlış.
Bu Lenin'in tabiriyle sağlam bir
sıçramaydı. Tarihte böyle sıçramaları yaşamak bazı kuşaklara nasip oluyor ve bu
kuşağa da nasip oldu. Siyasi güçler bu sıçramadan ders çıkardıkları kadar yeni
alanın ve dünyanın da analizini yapabilmeliler.
Süreç boyunca hükümet kamuoyunda
infiale yol açan bir şiddete yöneldi. Bu sık sık Başbakanın psikolojisiyle
açıklandı. Sizce AKP hükümeti bu süreçte farklı bir tutum alabilir miydi?
Almamış olmasını siz nasıl açıklıyorsunuz?
S.
S. Ö.: Başbakanın
psikolojisi neoliberalizmin karanlık yüzünün örtülmesinden başka bir şey değil.
AKP Hükümeti ve politikalarını eksene oturtmayan her eleştiri zamanla çürümeye
mahkum ne yazık ki. AKP'nin farklı bir tutum alması derken bence AKP de
farklılaştı. Ot'a da yazdım. Sürekli “masumdu” dedikleri gün
sayısı artıyor. Herhalde zamanı gelince direnişi sahiplenecekler.
Medyasıyla, hükümetiyle, yerel
yönetimleriyle, emniyetiyle iktidar bloğunda nasıl oldu da büyük bir çatlak
açığa çıkmadı?
S.
S. Ö.: İktidar
bloğundaki çatlakları ancak zaman gösterir diyebilirdik; ama bu pek de doğru
değil. Üstelik Gezi'nin kendisi o blokta bir çatlaktır. Hegemonik bir alanda
bir direniş türemiştir. İnsanlar yüzleri gözleri açık, örgüt hukuklarından çok
ayrı bir yerde alenen direndiler. TV'ler, radyolar, gazeteler umut var dedi yer
yer. İktidar bloğu yarattığı alanın patlamasıyla yeterince sarsıldı.
Kürt Hareketi Gezi sürecinin
neresindeydi? BDP’nin Gezi sürecindeki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
S.
S. Ö.: Kürt
Hareketi çok geniş bir kavram; ama ben Kürt hareketinin “aşağıdan” bir siyasi
tavırla Gezi'yi çok iyi sahiplendiğini gördüm. Zaten Kürt hareketi “aşağıdan”
refleksleri güçlü tuttuğu için Ortadoğu'nun en büyük kuvveti. Çünkü taban, asla
reel politikanın havasına kapılmıyor ve en doğru tepkiyi “emir beklemeksizin”
harekete geçirebiliyor.
BDP’nin açılım sürecini akamete
uğratmamak için Gezi’deki toplumsal muhalefetin diğer bileşenleriyle bütünleşme
fırsatını kaçırdığına dair bir eleştiri var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
S.
S. Ö.: HDK'nin
bu hareketin temelindeki bileşenlerden olduğunu Taksim Dayanışması'ndaki birçok
arkadaşımızın HDK'den olduğunu niye unutuyorsunuz diyorum. Bugün HDP, HDK, BDP
fark etmeksizin aynı siyasal mücadelenin eli kolu gibi birer organı halindeler.
Kaçan fırsatlar olduğu doğrudur. Hızlı ve net bir tutum almakta partinin “topyekün”
bir biçimde gecikmesi de doğaldır, keza alana çıkan kitlelere yönelik geçmişin
liberal söylemden kaynaklı çok ciddi bir önyargısı mevcut ve bu alanda da fark
edildi zaten. Türk bayraklı kadınla BDP'li erkeğin fotoğrafının bu kadar uzun
süre dolaşımda kalması bu “karşılaşma”nın yeniden yaşanması ile ilgili.
Suriye’de Temmuz ayı içerisinde
yaşanan gelişmeler geçen sene ilan edilen özerkliğin daha da derinleşmesini
beraberinde getirdi. Rojava’da yaşanan bu gelişmelere karşı hükümetten bir
yandan sert tonda açıklamalar geliyor bir yandan da Salih Müslim’le görüşmeler
gerçekleştiriliyor. Türkiye’deki çözüm sürecinde de bir yandan Öcalan’la
görüşmeler devam ederken bir yandan da kalekollar yapılıyor. Suriye’deki
Kürtlerin kazanımlarıyla Ortadoğu’da yaşanan durumu da düşünecek olursak bu
çelişkili durum Kürt hareketini ve çözüm sürecini nasıl etkiliyor?
S.
S. Ö.: Özerklik
devrimci bir süreç ve her devrimci süreç gibi uğrunda bedeller ödeniyor ve
siyaseten dikkatli olmak gerekiyor. Hükümet bu tarz bir “devrimci” durumu da
Kürtler'in özgürlüğünü de kısa vadede hazmedecek olgunlukta bir demokrasi
anlayışına sahip değil ve Ortadoğu'ya dair hayallerindeki fotoğrafta da böyle
bir şey yok.
Çözüm sürecine dair ise ne
söylenirse söylensin bu geniş dengeler ağı içerisinde her an anlamını
yitirebilir. Kürt halkı çok geniş alana yayılmış bir halk ve Türkiye'deki
mücadele de dünyaya yayılan Kürtler'in fikirleri de çok büyük bir alan. Bu
alanda “tam bir” çözüm için çok daha uzun tartışılması ve konuşulması lazım ama
barış sürecinin en azından “ölümlere çözüm” olma yolundaki potansiyelini yabana
atanlar var ve bu “yabana atış” da AKP'nin de iradesinde zaman zaman açıkça
görülüyor.
İBB Başkanlığı için adınız
geçiyor. Sizin aday olma arzunuz var mı?
S.
S. Ö.: HDK
kendi yol haritasını HDP olarak çizdi ve BDP ve HDP olarak ayrı ayrı ama
stratejik işbirliği içerisinde seçimlere girme kararı alındı. Bu bağlamda HDK
bileşenleriyle görüşülüp genel bir kamuoyu yoklaması yapılmadan konuşmak doğru
olmaz.
Gezi Parkı süreci bizde CHP ve
BDP’nin temsil ettiği toplumsal tabanların ortak müşterekler etrafında bir
araya gelebileceğine dair bir izlenim uyandırdı. İBB’ni düşündüğümüzde bu
olasılığın yerel yönetimler bağlamında gerçekleştirilebileceğini öngörüyor
musunuz? CHP-BDP arasında bu anlamda açık ya da örtülü bir ittifak olabilir mi?
S.
S. Ö.: Seküler
hareketler arası işbirliği stratejik olarak hep seçeneklerden biri olarak
görünür. Ama kent, neoliberalizm, Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Aleviler gibi
daha birçok konuda mutabık olmadan yapılacak bir ittifak görsel bir şölen olur
ancak, fikren bir şey söylemez. Fikren ortaya bir şey koymak Gezi’deki
antikapitalist iştirakın, kent hakkına da insan haklarına da sahip çıkan
iştirakın oluşmasıyla mümkün olur yalnızca.
Parklarda düzenlenen forumların
demokratik özerklik kapsamı içerisinde yer alan halk meclisleriyle bir
benzerlik taşıdığını düşünüyor musunuz? Eğer öyleyse bu biçimsel benzeşme bir
ortaklaşmayı da mümkün kılabilir mi?
S.
S. Ö.: Elbette;
hatta park meclislerinin kurumsal alandan kopuşu bakımından demokratik özerklik
modelini bile zorlayabilecek bir gücü olduğuna inanıyorum; ama elbette yaptırım
gücü bakımından değil demokratiklik bakımından karşılaştırdığımızda.
Bu biçimsel ortaklaşmayı, biraradalığa
dönüştürdü aslında birçok forum. Ulusalcı bölgelerde ulusalcı konuşmalardan çok
Kürt gençlerin konuşmaları alkış aldı. Fikirler, kafalar yenilendi ve geçmiş geleceğe
karşı ilk yenilgisini aldı bile.
Ortaklaşma kendi kendine
başladı. Zaten demokratik özerklik anlayışı tam da böyle bir şeydi. Kendi
kendini ilan eden, spontane biçimde ortaya çıkan bir hal.